31 Ocak 2008 Perşembe

Başlarken

Böylesine elini kolunu bağlamış adeta "gelin beni yönetin" diyen bir ülke ekonomisine dünyada ve tarihte neredeyse hiç rastlanmıyor.

Belki süreci, 7'den 70'e hep birlikte biraz daha yakından tanıyıp, ders alıp gelecek kuşaklara bu dersleri aktarabiliriz ümidiyle, gözlem ve deneyimlerimi yazmak istiyorum.

Başka bir deyişle, gelecek kuşakların zamanında uyanıp, bu tutsaklıktan kurtulabilmelerine dair umudumu kendimi kandırmadan koruyabilmek istiyorum.

Aksi hlade insanlık tarihindeki benzer zulümlere, bu kez başka türlü tanık olacaklarından hiç kuşkum kalmadı artık.

Türkiye ekonomik olarak freni ara sıra tutmayan bozuk bir araba (hasta bir adam) gibi üstelik sürekli yokuş aşağı ve sanki öz kaynağımışcasına bol keseden bol bol gaz yaparak ölümüne susamışcasına kan kaybederek yol alıyor.

Böylesine eli kolu bağlı ve uzaktan yönetilen bir ekonomiye tarihte az rastlanılır.

Bu konuları yakından izleyemesekte, gün geçtikçe eriyen varlığımızın farkına varalım ve biraz önemseyip, tartışalım istiyorum.

Bu ülkede yaşayan bizler nereye doğru gidiyoruz, gerçekten?

Kırılganlıkta Türkiye

Son 10-20-30 yıllık süreçte her yönden çöküşümüze seyirci konumdayız. Hatta 1920'lerdeki Kapitalizmin büyük krizlerindekinden de çok öteye giderek, hiç görmediğimiz dolayısıyla algılamakta güçlük çektiğimiz bir finansal hareketliliğe kucak açmış bir durumda sahne oluyoruz.

Ocak 2008 ayında (%-20), (ve 22 Ocak gününde en çok düşülü) ve genelde son aylarda en oynak-dalgalı ve kayıplı borsa olarak boy gösteriyoruz.

Sıcak paranın yerleştiği ve vergisiz-teşvikli bir şekilde istediğini yaptığı ülkemizde, bu çöküşler hiç garip karşılanmıyor, artık.